Robert A. Heinlein – Uzayda Kaybolanlar
Başkan Yayınları
Vanguard adlı yıldız gemisi uzayda kaybolur, Centaurus yolunda 2 kuşak boyunca sürecek yolculuğunu tamamlayıp tamamlamadığı bilinmemektedir. Ancak Jordan Vakfı'nın inşa ettiği bu sağlam ark uzayı yarıp yoluna planlandığı gibi devam etmektedir. İçinde yaşayanlar ise dünyalarını sadece bu metal tabuttan ibaret sanmaktadır. İçlerinden biri, genç Hugh Hoyland, gerçeği keşfedecek ve üst güverteleri işgal etmiş olan mutantlar ve sıradan insanlar arasında barış yapılmasını sağlamak ve yolculuğu tamamlamak için canını ortaya koyacaktır...
John Keats – Ormanda Unutulan Askerler
Başkan Yayınları
454
7 Aralık 1941 günü Filipinler’de çok önemli bir olay geçmişti. Bu olay, Amerika Birleşik Devletlerinin, Mihver Devletlerine karşı savaşa girmeyi kararlaştırmasına yol açacaktı.
Dörtyüzelli Japon bomba ve av uçağından oluşan bir hava armadası, Pearl Harbor’daki Amerikan deniz üssüne saldırdı, beş büyük zırhlıyı, üç hafif kruvazörü, yirmi kadar destroyerle refakat gemisini ve Deniz hava üssündeki dört yüz uçağın yarısını tahrip etti. Yerde yanaşık düzen hâlinde duran uçaklardan ancak birkaçı Japonlar’a karşı koymak için havalanabilmişti.
Saldırının Amerikalılar arasındaki bilançosu ikibindörtyüz ölü ve kayıptı.
Dünya savaş tarihinde eşi görülmemiş olan bu korkunç baskının sürükleyici öyküsünü yine «Savaş Romanları Serisi»'nin 4’üncü kitabı olarak John Toland’ın kıvrak ve akıcı üslûbuyla «Pearl Harbor Baskını ve Sonrası» başlığı altında okuyucularımıza sunmuştuk.»
Japonlar topu topu otuz uçak kaybetmişlerdi. Bu sayede de Pearl Harbor üzerine yaptıkları baskının bir eşini de, birkaç saat sonra, Filipinler’in başkenti Manila Üzerine yaptılar.
Amerika Birleşik Devletleri, tarihi boyunca bu denli korkunç bir sille yememişti. Amerikalılar kendi genelkurmaylarının nasıl olup da böylesine gaafil avlandığını bir türlü anlıyamıyorlardı. Çin’le Japonya arasındaki savaş başlayalı beri, yâni 1937'den beri Birleşik Amerika ]aponya'ya, muhtaç olduğu silâh ve cephanenin dörtte üçünü veriyordu. Japonya ise savaş bile ilan etmeden silâhlarını Amerika'nın üzerine çeviriyor, dünyanın en güçlü devletini çok utandırıcı bir duruma düşürüyordu.
Pasifik’teki Amerikan kuvvetleri artık felce uğramışlardı. Japonlar ise «Asya’yı Asyalılar’a geri vereceğiz» yolundaki istemlerini avazları çıktığı kadar bağırarak ilân ediyorlardı.
Japonlar’ın Çin’i işgal edişlerinden az sonra General Douglas MacArthur, Filipinler Topluluğunun Askeri Danışmanlığı’na atanmıştı. Yerli halktan toplayıp eğittiği, Amerikan deniz piyadeleriyle de güçlendirdiği yerli ordıı ile, takımadaların savunması işine devam etti. John Toland’ın kitabında da görebileceğimiz gibi, çok çetin ve kanlı savaşlardan sonra Corregidor’a çekildi. Buranın adı «zaptedilemez»e çıkmıştı. Generalin yanında Filipinler Cumhurbaşkanı Qnezon’la hükümet üyesi olan birkaç önemli kişi de vardı. Fakat onbeş ay sonra Corregidor da düşüyor; MacArthur o gün bugün meşhur olan «YİNE GELECEĞİM!» sözünü söyleyerek, Filipin takımadalarından ayrılıyordu.
Amerikan Komutanlığı bütün askerlere Japonlar’a teslim olmaları için emir verdi. Subaylar arasında da, askerler arasında da bu emre karşı gelenler oldu. Şimdi okuyacağınız serüvenin kahramanı olan Wendell Fertig de bunlardan biriydi. Mâden mühendisi olan Fertig uzun süreden beri Filipinler’e yerleşmişti. Takımadaların üçyüzbin kilometre olan yüzölçümündeki volkanik arazisini karış karış biliyordu. Mindanao, bu adaların en güneyde olanıydı. Amerikan ordusu teslim olurken Fertig burada, idi. Bu adanın köylerinde karşılaşacağı güçlükleri de biliyordu. Üçyüz yıl İspanyollar’ın, kırkiki yıl Amerikalılar'ın egemenliği altında kalan Mindanao, bu yüzden pek az değişmişti. Tarım yöntemleri Ortaçağ'dan kalmaydı. Köyler kazıklar üzerine oturtulmuş, palmiye yaprağından yapılma kulübelerden meydana gelmeydi. Bunlar güvenilir birer sığınak olamazdı. Adaların halkı çok karışıktı, Malezyalılar’dan, Negritolar’dan, Müslümanlar’dan, İspanyol melezlerinden oluşmaktaydı. Dil ve töreler bakımından ayrı ayrı oymaklara bölünmüş olan bu topluluklar, sırası geldi mi kendi aralarında da çarpışıyorlardı. Tek ortak yanları şuydu: Yenen Japonlarla olduğu kadar, yenik Amerikalılar'a karşı da kuşku duyuyorlardı.
Fertig kesin kararını verdi. Önünde iki seçenek vardı: Ya bir Japon toplama kampında ömür çürütecek; ya da yerlilerin ve içine dalacağı balta girmemiş ormanın, «cengelin» düşmanlığına karşı koyacaktı. O, ormana dalmayı yeğ buldu. Kafası işleyen, iradeli, sabırlı bir adamdı. Dış görünüşü sertti ama, çok insancıldı. Yorulmadan çalışıp çabaladı, çevresine partizanlar topladı, bölük pörçük de olsa direniş grupları meydana getirdi. Bir haber alma servisi kurdu. Bunun da son zaferin kazanılmasına büyük katkısı oldu. Fertig’in umutsuzluğa kapıldığı günler de oldu: «Üzerime aldığım iş gerçekten yararlı mı acaba? » Diye kuşkuya bile düştü. Fakat iki yıllık bir ölüm kalım savaşından sonra arkadaşlarıyla birlikte ülkesine onur kazandıran tarih sayfaları yazmayı başardı.
Başarılan kitap hâlinde yayınlanıncaya kadar adını Birleşik Amerika’da hemen hemen hiç kimse bilmiyordu. Washington ona general rütbesi vermeyi reddetti. MacArthur'u saran şan ve şeref hâlesi, onun dönüşünü hazırlayan «çeteciler»in ününü gölgeledi. Fakat Filipinlerde ve özellikle Mindanao'da, Wendell Fertig'in adı hep «doğru adam, dürüst adam, kurtarıcı kahraman» diye anıldı. Filipinler’in bağımsızlıklarını kazanalı otuz yılı aşkın bir zaman geçmiş bulunuyor. Ne var ki bugün bile yerliler «Kurtarıcı»yı hatırlasınlar diye, çocuklarına göbek adı olarak onun adını veriyorlar.
Gerard Klein – Uzayda Satranç
Başkan Yayınları
Garip şeyler vardı Jerg Algan'ın kafasında. Bildikleri ve bilmedikleri vardı. Ulcinor'daki Püritenlerin inandığı yüksek duvarlı kaleler, Betelgeuse'lilerin görmek istediği şeyler vardı. Zotl içildiğinde görülen garip hayaller vardı.Problemin çözümü Betelgeuse'de olmalıydı. Belki bu gerçek, arşivlerdeki dev bilgisiyarlarda gizliydi. Ayrıca altmışdört kareli satranç tahtası vardı. Üzerinde açıklanamayan garip şekiller ve kareleri arasında kurulabilecek sonsuz sayıda kombinezeno içeriyordu. Bu bir sembol olabilir miydi?
Evrenin sembolü?...
Robert Silverberg – Dünyalı İstilacılar
Başkan Yayınları
... Yabancı yaratık konuşurken, Kennedy, Şef Gunther'in onları daha yakından tanımasını niçin istemediğini daha iyi anlıyordu. Onlar, ilkel vahsiler olmaktan çok uzaktılar. Belki de dünyalılarınkinden çok daha eski bir kültürleri vardı. Gezegenlerinin açık genişliği, onların teknolojik gelişmelerini olanaksız kılmıştı. Ama bu eksikliklerini giderme yollarını bulmuşlardı. Onlar, beklemeyi ve yenilgiyi kabullenmeyi bilen yaratıklardı. Gökyüzünün çok çok dışından gelip, kendilerini tehdit eden istilacılar karşısında bile umutlarını yitirmeyen bir yaradılışa sahiptiler.