Monokl Yayınları
101
E-Kitap Arşivi | Epub indir,Ücretsiz E-Kitap İndir
Bir grup e-kitap dostu tarafından oluşturulmuş geniş bir arşive sahip ücretsiz epub e-kitap indirme sitesidir.
Ünlü ezoterist Dion Fortune’un bu yapıtı ortaya çıktığı zaman hayati olduğu halde tabu olarak görülen bir konuda büyük yankılar yarattı. Dion Fortune, kadın ve erkek ilişkilerini mevcut psikolojik ve fizyolojik anlayışın ötesinde içsel olarak eril ve dişil, pozitif ve negatif güçlerin dengelenmesi olarak ele almaktadır. Bu iki kutup arasındaki ilişki kademe kademe en yüksek ruhsal bilinç düzeyine kadar varlığını sürdürür.
İki zıt kutup olarak ele aldığı erillik ve dişilik hem erkekte hem de kadında vardır. Erkeklerde dişil kutup pasif ve eril kutup aktiftir. Kadınlarda ise, eril kutup pasif ve dişil kutup aktiftir. Erkekler fiziksel ve zihinsel düzeyde pozitif ve egemendir. Kadınlar ise duygusal ve ruhsal düzeyde pozitif ve egemendir. Cinsellikte kadın ve erkek arasında bir enerji döngüsü oluşur. Psişik enerjiler platonik ilişkilerde bile karşılıklı olarak kişiler arasında gidip gelir.
Sağlıklı bir ilişkinin ruhsal gelişmedeki gerekliliğini açıklayan Dion Fortune, ayrıca patolojik durumları da ele alır. İnsanlığın büyük bir kesimince bilinmeyen yanlarıyla cinselliği, aşkı ve evliliği ele alan ve bunların arkasında yatan evrensel yasaları açıklayan bu kitapta, konunun daha iyi anlaşılması için, ilk bölümlerde etraflıca ezoterik açıdan evren ve insan yapısını herkesin anlayacağı bir dilde açıklamaktadır. Kitabın sön bölümlerinde ise, ideal evlilik, eşruhlar, kürtaj, rastgele cinsel ilişki, cinsel perhiz ve riyazet gibi karmaşık konulara ezoterik açıdan net ve aydınlatıcı yorumlar getirmektedir.
Yaşamını medyatik uygarlığın ötesinde, herkesten uzakta ve gizlice tamamlamış olan Guy Debord XX. Yüzyılın ikinci yarısının en önemli şahsiyetlerinden ve kahinlerinden biridir. Gösteriye katılmayı reddeden bir radikal entelektüeldir. Gösteri Toplumu adlı kitabı yıkıca olduğu kadar tarihe de direnebilmiş bir eserdir. 70'lerde yayımlandığında "aşırı" tezleri nedeniyle "şok " yaratmış, 80'lerde ise hayatın doğruladığı bir metin olarak kabul görmüştür.
Hakan Övünç Ongur, bu ilk kitabında, Amerikalı kült yazar Chuck Palahniuk’in bir yeraltı edebiyatı efsanesi haline gelmiş olan Dövüş Kulübü romanını kuramsal bir analize tabi tutuyor. 1999 yılında beyaz perdeye de uyarlanarak dünya çapında geniş bir hayran kitlesine ulaşan Dövüş Kulübü’nün, kendisi ile adı sıkça anılan küresel kapitalizm ve yabancılaşma tartışmalarının da ötesinde, Frankfurt Okulu’ndan postmodernizme, eleştirel kuramlardan psikanalize kadar, çok daha geniş bir çerçevede ele alınabilecek zengin bir metin sunduğunu ortaya koyuyor. Bunu yaparken okuyucuya, Adorno ve Horkheimer’dan, Marcuse’den, Gramsci’den, Baudrillard’dan, Zizek’ten, Jung’dan, Freud’dan ve çok sayıda farklı düşünürden yapılan alıntılarla harmanlanmış bir Palahniuk okuması sunuyor. Anlatıcı, Marla Singer, Tyler Durden gibi karakterler tüketim toplumunun, nevrotik kültürün, zihinsel terörizmin, bilinçdışı arketiplerin, simülasyonların ve mutsuzluk üzerine kurulmuş uygarlığın içine yerleştiriliyor.
Elinizdeki bu kitap, Chuck Palahniuk’in kışkırtıcı ve bolca tartışılan üslubunun altında yatan geniş sosyolojik, psikolojik ve felsefi hazinenin açığa çıkarılması çalışmalarına katkıda bulunmayı amaçlarken, Palahniuk’in kitaplarının dava süreçlerine konu olduğu Türkiye’de kültürel ve kuramsal çalışmalar için umudun hâlâ tükenmemiş olduğunu müjdeliyor.
Yahudi soykırımı nasıl oldu? Neden oldu? Neden Yahudiler? Neden Almanlar? Diğer devletlerin rolü neydi? Müttefikler bundan ne ölçüde sorumluydu? Yahudi liderler kendi insanlarının sonunu hazırlayanlarla işbirliği yapmaya nasıl yanaşmışlardı? Yahudiler neden kendi ayaklarıyla ölüme gitmişlerdi? Ülkemizde özellikle totalitarizm üzerine çalışmalarıyla tanınan ünlü Alman filozof ve siyaset bilimci Hannah Arendt bu sorular doğrultusunda, Nazi Almanyası döneminde milyonlarca Yahudinin toplama kamplarına, ölüme gönderilmesinden sorumlu SS yetkilisi Karl Adolf Eichmann’ın Kudüs’teki yargı sürecini ele alıyor.
Yahudi soykırımının mimarı olarak sunulan Adolf Eichmann’ın sadist bir canavardan ziyade, normal, hatta korkutucu derecede normal bir insan olduğuna dikkat çeken Arendt, özellikle düşünme ve muhakeme yetisinin kaybolmasıyla birlikte kötülüğün nasıl sıradanlaştığını vurguluyor. Eichmann duruşmasından yola çıkarak, insanlık tarihinin dönüm noktalarından birini ve bu dönemde yaşanan toptan ahlaki çöküşü gözler önüne seriyor.